Neden Starbucks’a gidiyorum ? Neden bir kahveye 7-8 lirayı düşünmeden veriyorum ? Neden Starbucks'ın gönlümde ayrı bir yeri var ?
Öncelikle kesin emin olduklarımdan başlayayım. Starbucks’a her gidişimde net bir şekilde kendimde gözlemleyebildiklerimden.
--Kahveleri çok lezzetli. Aynı isimde başka kahve zincirlerinde içtiklerim yanına bile yaklaşmıyorlar. Favorilerim Caramel Macchiato ve Caramel Frappuccino (anlaşıldığı üzere karamel sever bir insanım)
--Baristalar güleryüzlü ama bu zorlama bir güleryüz gibi durmuyor, orada olmaktan, çalışmaktan gerçekten mutlular.
--Mekan tasarımında konfor ön planda tutulmuş. Koltuklar rahat, müzik rahatsız etmiyor. Saatlerce oturup muhabbet edebilirim, bir şeyler okuyabilirim. Garson kavramı olmadığı için, sürekli yeni bir şey içme, masayı meşgul etme kaygısı taşımıyorum.
--Ortamdaki renkleri seviyorum. Starbucks logosunun yeşili benim en sevdiğim tonlardan biri. Ayrıca duvardaki tablolardan, panolardan, tuvaletteki karolara kadar tasarım oldukça başarılı.
Bunlar aşikar olan gözlemlerim. Starbucks'a ilk gidişimden sonra tekrar gitme isteği uyandıranlar.
Marka sevgisinin oluşmasında yaşadığım olayların da etkisi olduğunu düşünüyorum. Bunlardan iki tanesine bakarsak;
Kadıköy Starbucks. Caramel Macchiato almışım. Tepsiyle masaya otururken kahveyi yere düşürüyorum. Baya bir rezil durum söz konusu. Allahtan kimsenin üzerine dökülmemiş ama ortalık batmış.
Hemen 'Sizin bir şeyiniz yok ya ?' diye sorup, bizi başka bir masaya alıyorlar.
İki çalışan temizlemeye başlıyor. Sonra bir tanesi tek başına devam ediyor.
Daha temizlik işlemi bitmeden diğeri kahvemin yenisini getiriyor. Şaşırıyorum. Davranışlarda en ufak can sıkıntısı, surat asıklığı yok. Neredeyse iyi bir şey yaptığımı düşüneceğim. Kendimi salak ya da sakar hissetmeme kesinlikle izin verilmiyor.
Başka bir gün, Bebek Starbucks. Yaz sıcağı. Bunalmışım. Kendimi klimalı bir ortama atıp, acilen soğuk bir şeyler içmem lazım. Aklımda Frappuccino var. Siparişi veriyoruz. Kahveleri bekliyoruz. Caramel Macchiato geliyor. 'Aa Nasıl ?' derken, arkadaşım ‘Niye şaşırdın ki, sen ondan istedin diyor.’. 'Hadi ya, hiç farkında değilim' diyorum, barista ‘Bir sıkıntı mı var’ diye soruyor. Siparişi yanlış verdiğimi söyleyince hemen değiştiriyorlar.
Aslında bu tip uygulamarı günümüzde çoğu cafe yapıyor. Ama mış gibi yapıyor. Hemen suratlar asılıyor, hemen ses tonu cılızlaşıyor. Değiştirmese daha iyiydi diyorum çoğu zaman. Gerçekten özümsenerek yapılmayan uygulamar müşteriye gereken etkiyi veremiyor, değerli hissini yaşatamıyor. Starbucks'ın farkı burada ortaya çıkıyor, bu tip olayları fırsat olarak görüyor müşteri sadakati yaratmak için.
Sıkıntılı anlarımızda, zor zamanlarımızda yanımızda olan insanların kalbimizde özel bir yeri vardır. Kredileri çok fazladır. Hatta kimi zaman belli insanlara gıcık oluruz, hareketleri batar bize. Ama sonradan ilişki derinleştikçe, o sinir olduğumuz özellikleri sevmeye bile başlarız. Starbucks marka stratejisini müşterileri ile ilişkisini derinleştirme üzerine kurmuş.
Ben Starbucks'a ilk gittiğimde kahve boylarının tall, grande, venti diye adlandırılmasını çok saçma bulmuştum. Hatta ‘Abuk sabuk şeyler çıkartıyorlar, küçük, orta, büyük de ne var yani !! ‘ diye çıkışmıştım. Şimdi aradan yıllar geçti, gayet sempatik geliyor. Pazarlamaya da ilgi arttıkça altındaki nedenleri de sorgular oldum tabi.
Ama içimden gelmesine rağmen, tükürdüğümü yalamamak adına hala bir orta Caramel Macchiato diyorum. Ama grande de dilimin ucuna kadar geliyor hani J